Cuma, Mart 29, 2024

Açlık

Yine bir pavyon fotoğrafı, üç erkek ve aralarında bir kadın... Erkeklerden muhtemelen de hesabı ödeyecek olan bir tanesi, gözüne kestirdiği bir hanfendiyi masaya çağırmış, durmamış, sakınmamış, saldırır gibi "yumulmuş"... kadın boynunu uzatırken olması gereken ölçülerde güzelce oynamış rolünü... Necati Cumalı yazsaydı, içli bir "ah" ettirirdi kadına...

Mesele şu ki... fotoğrafa bakar bakmaz siz de fark etmiş olmalısınız, komik mi demeli trajik mi, hovardanın iki yancısı, nasıl da seyrediyorlar sahneyi-kadını... Genetik olarak akraba gibi duruyorlar, tuhaf bir şey görmüşçesine şehevi bir iştahla kıvrılmış dudakları, nasıl da mutlu ve müstehzi ifadeleri... Pes dedirtiyorlar...

Perşembe, Mart 28, 2024

Ben öldükten sonra

Çizgi: Berat Pekmezci 
 

Pul

Tenten, Belçikalıların milli kahramanı olduğu için yaratıcı Hergé'in yüzüncü doğum yılında (2007) çeşitli dillerde basılan Tenten albüm kapaklarından bir pul serisi yapmışlar. O yıllarda Tenten'in Türkiye yayımcısı olan Yapı Kredi Yayınlarından çıkan bir kapak da seriye dahil edilmiş, bilmiyordum. 

Not: Bizde Amcabey, Abdülcanbaz ve Karaoğlan dışında çizgili kahramanlarımızla ilgili pul çıkmadı.


 

Çarşamba, Mart 27, 2024

Maskili Şiytan


Kırklı yıllardan bir mizah dergisi kapağı ama propaganda afişi gibi duruyor, esprisi var mı, komik mi, tartışılır...Dönemin savaş ve kıtlıkla ilgili atmosferini besleyen-büyüten bir yönü var. Uyarı gibi duruyor ama açık biçimde korku üretiyor. Amaç da o zaten.

Karikatüre göre kim o bozguncu çok belli değil, Komünistler, Almanlar veya işgalci başkaları, içerdekiler, dışardakiler...Ama kim, hiç açık edilmemiş, özellikle edilmemiş, bu muğlaklık işlevselliğini artıyor çünkü. 

Bozguncu, Şeytan olduğuna göre mutlak kötüyü temsil ediyor..."Kur'an'dan ve diğer kutsal kitaplardan bildiğimiz bir "melek"

İşte o çokyüzlü yüzsüzün elinde çeşitli maskeler var, dost, arkadaş, ahbap, sevgili ve komşu olarak yani insanın en yakınına sızarak çeşitli dostane yakınlaşmalarla onu kandırıyor demek istenmiş, bu kadar yakınımıza-yamacımıza kadar gelmiş birine dahi inanmayın, gözünüzü açık tutun filan. 

Oysa palavra, bu kadar maskeli, bu kadar çok yüzlü, bu kadar şeytani olan bir düşmanla zihnen ve ruhen savaşmak mümkün değil... Bunun kuşkusu bile insanı "deli eder", çözümü yok bunun...

Korkun sadece korkun, istenen bu...ve ne olur bu korku hiç bitmesin, bizi işgal edecekler, bizi kandıracaklar, bizi yok edecekler çünkü...bunu yaparlarsa önemli olacağız, o yüzden çok lazım bize bu korku...

Salı, Mart 26, 2024

Dişlenen

Akademisyenliğe devam etseydim, mutlaka popüler kültür bağlamında bu fotoğrafı öğrencilere gösterir, tartışmaya açardım. İlk göze çarpan iki kadın arasındaki kontrast olur, yaşam tarzları arasındaki başkalık daha kolay konuşulurdu galiba. Edebiyatımız bu kontrastı çok sevdi çünkü, bize öğrenciyken dünya kadar "ödev" yazdırdılar, soru cevaplattılar. 

Fatih ile Harbiye, Ulus ile Çankaya, Eskişehir ile Yenişehir filan... Nalet olasıca modernizm...

Başka ne denebilirdi? Habermas, bugün pek hatırlanmıyor ama yirmi yıl önce sosyal bilim öğrencilerinin dilindeydi, ki kadının, iki ayrı kuşağın, düğün kamusallığında yanyana gelmeleri de konuşulurdu mutlaka.

Bana gelince ben fotoğrafı, bu kontrast için değil, dansözün dişleriyle tuttuğu kağıt paralardan dolayı aldım, malum dansözler aldıkları bahşişleri göğüsbağlarının içine sıkıştırırlar. Bir şey olmuş ki, kadın oradan çıkartmış, ya da sonradan tepiştirmek için geleni bir hırsla dişlemiş... Ekmek aslanın ağzında...

Pazartesi, Mart 25, 2024

Uslu bir kadının itirafları

Uslu Bir Kadının İtirafları'nı (1948) tavsiye üzerine okudum, bir arkadaşım sevebileceğimi söylüyordu. Yazarını bilmiyorum, doğrusu çok bilen ve tanıyan olduğunu sanmıyorum, dil bilen, iyi eğitim almış, zengin bir aileden geldiği anlaşılıyor, bir tarza ve tınıya sahip. Yazdığı novellayı okuduktan sonra, ilk izlenimim şu oldu: potansiyelli bir hikayeye sahipmiş, bir şey varmış ama o olamamış ve ilerledikçe dağılmış, kendini imha etmiş diyorlar ya şimdilerde, o hesap, sayfa sayfa "dağılmış"... Klişe bir fikri var, tesadüf eseri eline geçen günlüğü okuyan kadın, günlükte geçen insanlardan birinin nişanlısı çıkıyor ve melodram gereği, aşkından vazgeçip, günlükte okuduğu aşk'a "yol" veriyor. 

Günlükte anlatılanlarsa eskilerin deyişiyle "Fransız filmi" gibi... Genç bir kadın platonik ölçülerde bir erkeğe aşık oluyor, daha doğrusu birbirlerine aşık oluyorlar, ama o aşk olmuyor-olamıyor, bir başkasıyla evleniyor ve o evlilikte aradığı saadeti bulamayıp, mutsuz birine dönüşüyor. Kocasının kendisini aldattığını anlıyor ve kocasını terk ediyor. 

Romanın en can alıcı kısmı da böylece başlıyor, kocasının ilişkiye girdiği "serbes kadınlardan" biriyle Ninoşka ile tanışıyor, Ninoşka herkesin peşinde olduğu meşum bir kadın, öyle ki ilk ve sahiden sevdiği adam da Ninoşka merakıyla dolaşırken diyelim, tesadüf üstüne tesadüf, aldatılan kadınımızın karşısına çıkıyor, garip bir gizemle o da kendini Ninoşka olarak tanıtıyor. Vay diyorsun, işlenmiyor ama sahiden vaykivay...

Ucuz romanların şaşırtma iştahı ve saplantısı, ahlakçılıkları her zaman ilginçtir. Kadının Ninoşka olmak istemesi, hiç derinleşmemesine rağmen Ninoşka tiplemesi, vapurda geçen platonik karşılaşmalar, hiç de yapay durmayan asilzade hayatları ve rehavet havası filan bana ilginç geldi, romanı okutan onlar oldu. Bu novella başka türlü anlatılabilirmiş ama demesem olmaz, yazarı keşke yazmaya devam etseymiş...

Pazar, Mart 24, 2024

Gör


Filmin ismini, de/da sancısı ve resimle ilişkisini... ortaya karışık bırakıyorum. 

Asistanken, henüz bilmiyordum, meğer böbrek taşım varmış, anlamıyorum, arada kum döküyormuşum... Üniversite hastanesinde doktora gittim, ben yaşlarda biri, işte kontroller filan, "bir şeyin yok" dedi, "e niye oldu peki bu ağrılar" dedim, artık niyeyse, espri yapmak istedi galiba, sırtararak "evlenince geçer" demez mi...

O kadar ağrı çekmişim, derdime derman bulamamışım, beyfendi bana cıvık cıvık bir şeyler söylüyor, hödük, zıvanadan çıktım aslında da kendimi tutarak sakin sakin tane tane... bu ağrının evlilikle bekarlıkla ilgisi olmadığını, üstelik benim cinsel hayatımı bilmeden konuşmasının bilimsel ve tıbbi olamayacağını filan... söyledim ve o da kızarıp bozardığına göre söylediğine pişman oldu.

Çocukken, işte on yaşında filanım, taş çatlasa benden üç beş yaş büyük bir çocuk, insanların evlenince kulaklarının kalınlaştığını söylemişti, ciddi ciddi dinliyoruz, biteviye otuzbir çekildiği için kulaklar zar kıvamında incelirmiş, düzenli seksle falan filan oluyor, kulak normale dönüyormuş...Aynada kulağımı incelemiştim, kulaklar dikkatimi epeyce çekmişti bir ara...babamın dedemin esnafın kulağına bakmıştım. 

Sonradan işin aslını öğrendim elbette,  bizzat gözlemledim diyelim, kakır kukur amcalar güya şakasına, biçare ergenlerin kulağını iki parmaklarının arasına alıp ince ince ezerken bir yandan da "ne o lan, kulaklar incelmiş" filan derdi... Pes demiştim gördüğümde, bilim milim hak getire, o çocuğun kulağını çekmişler.

Evlenince geçer, evlenince şöyle olur, evlen de gör... Cesur Barut sinirlenmişti işte...
Related Posts with Thumbnails